Sabah'ın renkli kalemi Engin Ardıç, dünkü yazısında 'Açılmak istiyorum' dedi ve dokunmak istediği 'rüya kadın' diye nitelediği kadın şarkıcının ismini verdi.
İşte Ardıç kuşunun hem pazarlık hem de matrak :
- Bu memlekette "sanatçı" tanımı fazlaca geniştir. Nâzım Hikmet de sanatçıdır, Kibariye de. Mimar Sinan da sanatçıdır, Serdar Ortaç da.
Bir köşe yazarı eski eşiyle yaşadıklarını anlatmaya kalktığında "ikimiz de edebiyatçıydık" demişti de, Enis Batur lafı yapıştırmıştı: "Olsaydı ben duyardım"... (Bendeniz sanatçı da değilim, liberal aydın da değilim.
Liberal aydın diye, asıl maaşını üniversiteden alıp gazete ve televizyonlara da şan şeref için uğrayanlara deniyor.) Sanatçı deyince de aydınlar başka şey anlarlar, halk başka şey... Örneğin İbr türkmen çocuk bakıcı ahim Tatlıses, halkımıza göre "büyük bir sanatçıdır"...
İkinci kesimin anladığına sanatçı değil "entertainer" denilmesi teklif edilmiştir ama bunun Türkçe karşılığı olan kelime, yani "eğlendirici" aynı anlamı vermekten uzaktır. Anglo-Amerikan kültüründe sunuculara da "entertainer" denir.
Örneğin Hüsnü Şenlendirici insanları nasıl şenlendirmektedir? Müzik yaparak mı, komiklik yaparak mı, birşeyler ikram ederek mi?
Başbakan bu sanatçılara da bir "açılım" düzenledi.
Fakat bazıları bunun altından kalkamadılar. Başbakanla görüşmek ve konuşmak onlara iki numara büyük gelmişti...
Nitekim, "hazır başbakanı yakalamışken..." zihniyetiyle havaalanlarının VIP salonlarında ağırlanma hakkı isteyenler, "askere gideceğim, bana harçlık verin" diyenler bile görüldü.
Oysa başbakan özellikle "Kürt açılımı" konusunda onlardan destek isteyecekti, amacı buydu.
Baktı ki, açılımı destekleyecekleri yerde, kendileri açılıp saçılmaya meraklı insanlar bunlar...
Eh, böylece "ego" denilen körolası nesneyle de tanışmış oldu.
Öte yandan, bu gibi toplantılarda cumhurbaşkanının yaptığı gibi "entellektüelleri" tercih etse, onların egoları daha da berbat. İki saatlik yemekli toplantıda "sazı eline alıp" elli dakika konuşan da var... "Memleket nasıl yönetilir" konusunda değerli görüşlerini "serdediyor"... Oysa cumhurbaşkanı ona "roman nasıl yazılır" konusunda iki laf edecek olsa kıyameti koparır.
Şimdi başbakandan "adam yerine konulma" gazını alan bazı sanatçılar daha da ileri gidiyorlar. Yüz buldular, astarını istiyorlar.
Örneğin Ata Demirer, başbakana "dokunmak" istediğini belirtmiş. "Ancak o zaman aralarında bir fark olmadığını hissedecek, güvenecek ve sevecekmiş"... Başka türlü, başbakanla kendisi arasında bir fark göremiyormuş.
Bendeniz de herhalde Deniz Baykal'a dokunmamış olduğum için bir türlü güvenemedim.
Gerçi elime çok fırsat geçti, çok birlikte olduk ama, "ayıp olur" diye sululuk etmemeyi tercih ettim. Hata etmişim.
O bitmez tükenmez "Kırmızı Koltuk" programlarımıza katıldığı pazar sabahlarından birinde, kırmızı koltuğa raptiye koymak da ilginç bir yakınlaşmaya sahne olabilirmiş aramızda!
Fakat sanatçıların politikacılara dokunma hakları varsa, gazetecilerin de sanatçılara olabilmeli...
Örneğin ben de Seda Sayan'a dokunmak isterim. Bakalım bu "rüya kadın" hayal mi, gerçek mi?
Bu amaçla "kahvaltılı bir basın toplantısı" düzenlese iyi eder. Toplantıya başka bir basın mensubunun çağırılması gerekmez. "Basın bülteni" çıkarmasına falan da gerek yoktur, bir telefon yeterlidir.
Kahvaltı edelim, açılalım... Geceden işkembe çorbası içsek birlikte, daha da iyi.
Kategori : GÜNCEL